Budapeşte süper bir şehir
Tavsiye ederim. Gidin.
Hatta Londra’ya, Paris’e falan gitmeyin artık Avrupa diye. Budapeşte’ye gidin. Ciddiyim. Sadece Avrupa’ya gitmiş olmuyorsunuz, bir de Avrupalı görüyorsunuz. Evet, çok enteresan. Sokaklar Avrupalı dolu. Çinliler de var tabii. Onlardan kaçış yok. Dünyayı istila ediyorlar. Fakat bu meseleyi Trump’a bırakalım.
Budapeşte’de mimari var. Yemek var. Kültür var. Eğlence var. Hizmet ve ürün kaliteli. Fiyatlar ucuz diyemem. Ama abartılı da değil. Yerli halkı görmek mümkün. İnsanların eli yüzü düzgün. Kadınlara puanım 8/10. Erkekleri bilmiyorum, dikkat etmedim. Ama ‘aa bu kadının yanına bu adam hiç olmuş mu’ gibi bir hisse de kapılmadım.
Harika bir atmosferde, pek kaliteli bir yerde, çok hoş bir jaz triosunu dört kişi oturup dinledik. İki şişe şampanya’ya 26 euro verdik, çıktık.
Eskiden maden ocaklarına kafes içinde kanarya indirirlerdi
Madende karbonmonoksit birikirse önce kuş ölsün de madencileri hemen oradan çıkaralım diye. Ben yahudileri maden ocağındaki bu kanaryalara benzetirim. Bir yerde yahudiler yaşayamıyorsa başkaları da ölmek üzeredir. Artık Batı Avrupa’da durum böyle. Londra, Paris ve Malmö’de emniyet teşkilatları yahudilere
üzerinizde yahudi olduğunuzu belli edecek işaretler ve kıyafetler taşımayın
diye telkinde bulunuyor. Malum, Batı Avrupa ülkelerinin son yıllarda Ortadoğu’dan aldıkları yoğun göç, bu ülkeleri yahudiler için yaşanmaz bir yer yaptı.
Budapeşte’de yahudi mahallesinde, 1833’de inşa edilmiş bir apartmanda kaldım. Girer girmez burnunuza asyalıların yemek pişirmede sıkça kullandığı o kesif köri kokusu gelmiyordu. Posta kutularında da hiç Ahmed, Mohammed, Singh, Nwonknu falan yazmıyordu. Çok enteresan geldi bu bana.
Yahudiler, harika müzik barları, lüks görünmeyen fakat son derece şirin kafelere ve restoranların olduğu mahallelerinde kendilerine has kıyafetleri ile gece gündüz rahatça dolaşıyorlardı. Sadece kendi mahallelerinde değil, şehrin her yerinde. Hatta kiliseye girmek bedavayken yahudiler sinagoglarının girişinde ziyaretçilerden onbeşer euro bilet parası kesiyorlar.
Denildiği kadar var yani. Batı medyasında her anıldığında adının önüne ‘‘faşist’’ etiketi yapıştırılan Orban’ın Macaristanı’nda bir yahudi rönesansı yaşanıyor. Medya birini, bir şeyleri karalıyorsa da övüyorsa da ona pek inanmayın. Ha ben de ülkenin iç politikasına falan hakim değilim. Üç beş günde gördüklerimden bir çıkarım yapmaya çalışıyorum. Gerçek, mutlaka benimle medya arasında bir yerdedir.
Sadece bunlar da değil. Macaristan, Avrupa’da şirket vergilerinin % 9 ile en düşük olduğu ülke. Hatırlatayım, şirket vergisi Fransa’da % 35, İsveç’te % 22.
En büyük sorun, yeterli işgücü olmayışı. Macar şirketlerinin % 93’ü eleman bulmakta sıkıntı çekiyor. Ücretler de hızla artıyor tabii.
Ne diyelim?
Well done mr. Orban, well done.
Budapeşte’de dikkatimi çeken bir başka şey de oldukça turistik olan bu şehirde tüm tabelaların macarca olmasıydı. İngilizce dükkan tabelası hiç yok mu? Var. Şurada burada bir iki tane. Mekanlarda tehlike anında çıkılacak yerlere nezaketen Emergency Exit diye yazılmış. Yoksa her yer katarök, gapparök, tuktök, neczköpkektaraczyk gibi bildiğiniz hiçbir dile benzemeyen kelimeler taşıyan tabelalarla dolu. Türkçeyle macarca akraba diyerek ancak kendinizi eylersiniz. Mutlaka akraba da… Okuduğunuz bir kelimenin size bir türkçe kelime anımsatması mümkün değil. İlginçtir, tabelaların sadece macarca olması rahatsız etmiyor. Yolunu bulan buluyor. İngilizce isteyen yallah İngiltere’ye demişler.
Macaristan’da evinde kaldığım adamın ismi Attila idi. Tipik Macar ismi olsa gerek. Bana her iki Macardan birinin adı Attila’ymış gibi geliyor. Kore’de ise halkın %45’inin soyadları Kim, Yi veya Pak.
Turizm kanserdir
Bunu turizmcilik yapmış biri olarak söylüyorum. Bugün artık itiraf etmeliyim: Turizm öldürüyor. Her şeyi. İtalya bu tatsız gerçekliği
bari çulsuzu gelmesin. Çullusu da gelince onu mümkün olduğu kadar silkeleyelim. Ama en önemlisi, bunları yaparken şehrimizin çehresini gram değiştirmeyelim
politikasıyla yönetmeye çalışıyor. Budapeşte de buna benzer.
Yani turizmde yapabileceğiniz en iyi şey, sadece az sayıda zengin turiste kapılarınızı açmak. Ha bunu başaramadınız? O zaman bari çok sayıda zengin turistten çok para kazanalım demeniz gerekiyor.
Turist getirirken şehrin çehresini muhafaza etmek çok önemli
Turizmi akıllı bir şekilde yapmaya çalışanlar bir gün ‘‘tamam, biz artık turist murist almayacağız, gelmeyin kardeşim’’ derlerse bütün o şehirlerin yerlileri bir zamanlar turistlere bıraktıkları şehirlerine geri dönebilir ve her şeyi yerli yerinde bulurlar. Tek taşla oynanılmamış.
Türkiye’nin turizm politikasının tam tersi
Geçen İstanbul’a geldiğimde Taksim’de bir yerde aceleyle bir şeyler yiyeyim dedim. Aceleyle diyorum ki Taksim’de normalde bir şey yemem, bu bilinsin diye. Karşı masada Arap bir kadın tavuk pilav 23 lira mı 21 lira mı kavgası yaptı garsonla. 3-3,5 Euro yapıyor. Bu sefer işletme haklı. Restoranda yersen 23 lira, paket yapıp götürürsen 21 lira. Bunu anlatamadılar. Kadının da anlamaya niyeti yoktu. Sonra almadı, çekti gitti küfrederek. Budapeşte’de bir sosise 6 euro verdim. Bakın burada Budapeşte övüyorum. O kadınsa gitti ülkesinde Türkler şöyle Türkiye böyle diye gargar konuşacak.
Kaliteli turistin de hiç zararı yok değil ama. Ege Cansen
Turizm geliri cari açığı kapatıyor ama fiyatlamalar turistlerin alım gücüne göre yapıldığı (ve çoğunu 'her şey dahil' beslediğimiz) için enflasyon artıyor.
diyor. Bu yüzden turizm kanserdir diyorum.
İtalya eriyor
İtalya, kuruluş tarihi olan 1861’den bu yana en düşük doğum oranı rekorunu yakaladı. Aynı zamanda en çok göçü de bu sene verdiler, diyor Financial Times.
60 milyon nüfusa sahip İtalya’da bu sene doğan çocuk sayısı sadece 440 bin. Doğum oranı geçen seneye göre %4 düştü. Geçen seneye göre ülkeyi terk edenlerde de 2000 kişilik bir artışla rekora koşuldu. Bu sene 157 bin İtalyan ülkeyi terk etti.
Türkiye’de en yüksek ve en düşük doğum oranına sahip iller
Şanlıurfa’da kadın başına 4,13 çocuk düşerken Gümüşhane’de 1,30 çocuk düşüyor.
Kadınların yüzleri erkeklerin yüzlerinden hızlı eskiyor
50 yaşına kadar kadın yüzünün eskime hızı erkek yüzünün eskime hızının iki katı. 50-60 yaş arasında ise kadınları yüzü erkeklerden üç kat daha hızlı eskiyor. Vay canına!
Yok, reklam almadım
Ekonomik kriz menülere yansımış. Patatesli pizza, üzerine renk versin diye yeşil kırpıntılar. Genelde bu reklamlarda ürünler gerçeğinden de güzel görünür. Onu da hesaba katalım.
AVM'lerin yemek katları pideci doldu. Pizzacılarda düz peynirli ya da düz patatesli ucuz ürünler girdi menülere. Kriz tam gaz devam ediyor.
diyor İlkan Dalkuç.
Patatesli pizza mı?
-Bir hayli obez bir ülkeyiz zaten
Türkiye’de obezite oranı, %22,3 ile OECD ortalamasının üstünde. Ayrıca kadın obezitesi erkeklerin oranının yaklaşık 2 katı. Kadınların erkeklerden çok daha fazla orana sahip olduğu diğer ülkeler ise ABD, Güney Afrika, Şili ve Meksika olarak öne çıkıyor.
Boğaziçi siyaset bilimi profesörü Hakan Yılmaz’a katılmıyorum
Bir insanın zekasının % 20 ilâ % 80’i kalıtsaldır diyor Amerikalı ünlü davranış genetiği uzmanı Robert Plomin. Ve kalıtsallık yaş ilerledikçe daha da etkili olur. Tüm eğitim yaşantınız, sağlık durumunuz (bedensel ve psikolojik) ve gelir seviyeniz üzerine, hatta muhtemelen nasıl öleceğiniz üzerine dahi zekanız ve onun kalıtsallığı üzerinden bir şeyler söyleyebilmemiz mümkün.
Boy, pos, göz rengini falan geçtim, bütün davranışsal özelliklerimiz de belli oranda kalıtsal.
Bununla birlikte hiçbir davranışsal özelliğimiz tamamen kalıtsal değil.
Hangi genlerin zekayı etkilediğini bilmemiz şu an için mümkün değil. Muhtelemen, pek çok genin her biri azar azar etkiliyor.
Zekayı geliştirmenin en etkili yöntemi sınıflandırıcı eşleşme (assortative mating).
Antropolog Gregory Cochran diyor ki;
Dünyaya ve kendinize yapabileceğiniz en büyük iyilik; doğduğunuz yerden yüzlerce kilometre uzakta doğmuş en az sizin kadar zeki birini bulun, bu kişinin karşı cinsten olmasına özen gösterin. Ve ondan çocuk yapın
İyi beslenme ve iyi eğitimle zekâ kapasitenizin sınırlarına ulaşabilirsiniz. Fakat sahraaltı Afrika’dan (80 iq) Amerika’ya getirdiğiniz bir ana babanın çocuğundan yeni bir Barack Obama yaratmanız pek mümkün görünmüyor.
Lezbiyen kaptanın küçük hayranını zerre umursamaması “ne biçim insan bu” dedirtti
Dünya kadınlar futbol şampiyonu (Türkiye’de kadın futbolundan en çok bahseden kişi ben olabilirim) ABD’nin takım kaptanı Megan Rapinoe’nin küçük bir hayranının topunu başından savarcasına imzalaması dikkat çekti ve bir hayli eleştiri aldı.
Çocuk atlatır bunu nasıl olsa. Bense dekoltesini ve çoraplarını beğendim Megan’ın. Androjen tipleri ‘de’ beğenirim zaten. Bununla beraber günden güne kutuplaşan ABD’yi bir defa daha caaart diye ikiye böldü bu kadın. Yok efendim şampiyon olduklarında Trump bunları Beyaz Saraya davet ederlerse bu gitmeyecekmiş de… Milli takımın kaptanının bunu yapması ne kadar doğru? Gitmezsen gitme. İt ürür, kervan yürür.
I Love Bruce Willis
diye güzel bir hesap var Instagram’da.
Olacak olacak… Podcast olacak. Ama tatil dönemindeyiz. Biraz da ailevi işlerim var.
Siz siz olun babanız bir daha evlenecekse yeni karısıyla önceden mutlaka bir mal ayrılığı sözleşmesi imzalamasını şart koşun.
Sözleşilen günde buluşmak üzere.